Yıl 1993 daha yeni doktor olmuştum. O zamanlarda doktorlara karşı söylenen en popüler sözler “sen beni tanıyor musun? Senin maaşını ben vergilerimle ödüyorum.” gibi sözlerdi. Bu günlerde ise “O hasta yaşamaz ise senin de cesedin onunla birlikte buradan çıkar.” Gibi sözlere muhatap oluyoruz. Bu da yetmiyormuş gibi adli muayeneye gelen suçluların kafa atmalarına, hastası ölmüş veya yaralanmış hasta yakınlarının kurşunlarına maruz kalıyoruz.
Peki, ben bu hale gelene kadar neler çektiğimi, hangi aşamalardan geçtiğimi biliyor musunuz?
Öğrenime başladığım 1975 yılından sonra 5 yıl ilkokul, 6 yıl ortaokul ve liseyi bitirdikten sonra üniversite yerleştirme sınavı ile ilk %2 lik dilime girip Tıp Fakültesini kazandım. Bu sınav sonrası her şey tamam artık işin sonuna geldim derken daha işin başında olduğumu öğrendim. Eğitim hayatım daha yeni başlıyordu. Birçok arkadaşım lise sonrası bir işe girdi ve çalışmaya başladı para kazanmaya başladı ama ben hala baba parası yemek zorunda idim. Yani babam bana 6 yıl daha bakmak zorunda kaldı.
Eğitime başladıktan tam 18 yıl sonra doktor olarak mezun oldum ve ilk maaşımı 23 yaşında aldım. Bu arada lise sonrası işe başlayan arkadaşlarım 6 yıldır, üniversite sonrası işe başlayan arkadaşlarım ise 2 yıldır baba parası yemeyi bırakmış ve kendi maaşlarını almaya başlamışlardı.
Doktor olduktan sonra 2 yıl mecburi hizmet zorunluluğu nedeni ile bir ilçe devlet hastanesinde çalışmak zorunda kaldım. Sonrasında pratisyen hekimlik yerine uzman hekim olarak çalışmak için uzmanlık sınavına girdim ve yine %10 luk dilime girerek uzmanlık sınavını kazandım. Bu uzmanlık eğitimi askerlik desem askerlik değil, kölelik desem kölelik değil, paralı kölelik terimi tam olarak bu dönemimi tarif edebilmektedir. Tam dört yıl bu şekilde karın doyuracak bir maaş ile gün aşırı 36 saatlik nöbetler ile uzmanlık eğitimimi tamamladım.
Uzmanlığımı aldıktan sonra ömür boyu sürecek maratona başladığımı daha yeni fark etmiştim. O zaman normal insanlar gibi mesai saatleri içinde işimizi bitirip eve gidemeyeceğimi, devamlı okumam gerektiğini, bir yandan kendimi eğitirken öğrencileri de eğitmen gerektiğini anladım. Ayrıca tüm bunları yaparken, normal doktorlar gibi hasta bakmaya da devam etmek zorundaydım. Hem de baktığımız hastalar diğer hastanelerin baş edemediği tanı ve tedavisi zor olan hastalardı. Diğer hastanelerde hekimler bunu üniversiteye sevk edin diyebiliyorlardı ama bizim sevk edecek başka bir yerimiz de yoktu. Tüm hastalara bakmak zorundaydık. Eğitim, hasta bakımı ve klinik yönetimi beraberce yapılmak zorunda idi ve yapıldı.
Tüm bunları yaparken eğitimimin 25. yılında doçentlik unvanını aldım. Ama en çok zorlandığım dönem bu dönemdi. Gündüz hasta bak, öğrenci eğitimi ver, gece de özellikle uzmanlık alanımız ile ilgili tıp fakültesi hayatınca öğrendiğin tüm konuları, konusunda uzman jüri heyetinin karşısında anlatabilecek seviyede öğrenmem gerekiyordu. Bu dönemde günde 3-4 saat uyuyabiliyorsam kendimi şanslı hissediyordum. Nitekim zorlu bir dönemden sonra doçentlik barajını da geçtik. Ama maraton daha bitmedi devam ediyor. Sırada profesörlük var. Bunun için de doçentlik dönemine kadar yapmış olduğumuz ulusal ve uluslararası yayınlar kadar yayın yapmamız gerekiyor ama bu da yetmiyor, önce kadro açılması gerekiyor. Kadro açılması sonrası dosyamız yine jüriye gidiyor ve dosya incelemesi sonrası uygun görülür ise profesörlük ataması yapılıyor. Benim de profesörlük atamam eğitim hayatına başladıktan tam 38 yıl sonra oldu ve tam 43 yaşında profesör olarak atandım.
Tabi burada her şey bitmiş gibi görülüyor ama daha bitmedi. Akademik hayata devam edebilmek için yayın yapmaya devam etmemiz gerekiyor ve halen yayınlarımız ulusal ve uluslararası dergilerde yayınlanıyor. Bunun yanında öğrenci eğitimi devam ediyor, başkalarının doçentlik ve profesörlük jürilerine giriyoruz ve bu nedenle tıp eğitiminde güncel yaklaşımları takip etmemiz gerekiyor. Bu yüzden hala okumaya devam ediyorum.
Peki, sonuç ne oldu, hala evim yok ve kirada oturuyorum. İşe gidip gelmek için bir aracım var. Bazen hasta yakınlarından tehditler almaya devam ediyorum. Meslektaşlarım darp ediliyor, tehdit ediliyor. Yeni mezun ettiğimiz doktor ve uzmanlar yurtdışında çalışmayı tercih ediyor ve ülkesini terk ediyor.
Ben de önümüzdeki 3 yıl içinde emekliliği hak ettiğim gün doktorluktan istifa edip, memur emeklisi gibi yaşamaya devam edeceğim.
Peki ya sizler; doktoru tehdit eden, kafa atan, kurşun yağdıran veya tüm bunlara sessiz kalıp izleyen sizler ihtiyaç anında kendinizi tedavi ettirebilecek doktor bulabilecek misiniz?
Önümüzdeki günlerde doktorsuz bir Türkiye ile karşı karşıya kalma tehlikesini görmeyen ve buna önlem almayanlar bir gün bunun cezasını ağır ödeyeceklerdir.